DÜNDEN BUGÜNE DEMOKRASİ

Yayınlandı: 17/04/2012 / SİYASİ DENEMELERİM

Bir ileri üç geri vites demokrasiye sahip Türkiye’de demokrasi, tılsımlı bir sözcük olduğu kanısı veya algısıyla yapılan siyasi konuşmalarda sıkça yer almaktadır. Bunun nedeni; demokrasinin, insanoğlunun günümüze kadar geliştirebildiği en iyi siyasi rejim olmasıdır. Bazı siyasi partilerce, sözde kalmakla birlikte kendilerinin daha iyi bir yönetim modelini yaşama geçirecekleri vaatleri vardır. Ancak, iktidar olduklarında bu vaatlerin ne yazık ki içlerinin boşaltılıp, farklı anlamlar yüklenerek karşımıza çıkarılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.  Asıl amaçlar gözden kaçırılarak, halktan kopuk, “kendilerine demokrasi” anlayışıyla anti-demokratik bir yönetim sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Tarihsel gelişme sürecine baktığımızda; eski Yunan kent devletlerinde ilk uygulamalarından bu yana demokrasi, ‘halkın kendi kendisini yönetmesi’ olarak tanımlanıyor. Kuşkusuz bir ülkede demokrasiyi değerlendirirken bakış açımız; gerçek anlamda halkın kendini yönetip yönetemediği, ya da özgürce ifade edip edemediği doğrultusunda olmalıdır. Tabi ki halkın da ne olduğunu çok iyi tanımlamamız gerekmektedir. Günümüzde halk, sınırları belli bir alandaki, bir toplumun özgür ve eşit yurttaşları olarak tanımlanmaktadır. Eski Yunanda demo-krasi olarak ilk dillendirildiğinde demo’nun, yani halkın içinde köleler, kadınlar, o kentte doğmayanlar yok sayılıyordu, bunlara seçme seçilme hakkı verilmezdi. Genelde soylular, kendi seçtikleri temsilcilerle oluşturulan bir meclis eliyle kentlerini ve toplumun tümünü yönetmeye çalışırlardı. Temsili demokrasinin ilk temelleri de bu şekilde atılmış oldu. Benzer uygulamalarıyla varlığını sürdürerek, on sekizinci yüzyılla birlikte toplum içinde yeni sınıfsal katmanların da seçme seçilme süreçlerine katılımına olanak yaratıldı. Fransa örneğinde olduğu gibi devlete vergi verenlerin tümü bu hakka kavuştu. Yirminci yüzyılın başlarında kadınlar,  ortalarında da ABD’de olduğu gibi beyazlar tarafından köleleştirilmiş siyah ırktan kişiler de seçme seçilebilme olanağına kavuştu. Kat edilen bu süreç sonunda toplumların tüm katmanları temsili demokraside aktör olarak yer alabilmeye başladı.

Temsilci seçiminde kişilerin tercihlerini belirleyen, seçtikleri kişilerin verdiği kararların kendilerinin istekleri doğrultusunda olacağıdır ve temsilcinin kendisiyle aynı kararı verebileceği varsayılmaktadır. Her ne kadar akılcı bir yöntem olsa da pratikte toplumun bir modeli olduğu öngörülen meclisten, tüm katmanların mutluluğu doğrultusunda kararların çıkması olasılığı zayıftır. Bu yapıda diğer bir yanlış kabullenme, yurttaşın bir toplumsal katmana ait olduğu veya bir diğeriyle ilişki içinde olmasının göz ardı edilmesidir. Seçilecek temsilcinin de seçmenine, kendisinin onlardan biri olduğu yerine onlardan çok daha fazla becerilere sahip, onların çıkarlarını mecliste daha güçlü savunacağını gösterme çabaları seçkinci bir anlayışın yaklaşımı olarak olumsuzluk içermektedir. Mecliste seçilenlerle seçenler arasında tercih olarak farklılaşmalara neden olabilmektedir. Üst yapının, yani siyasi otoritenin belirlenmesinde, temsilcilerin tek seçici olması da ayrı bir olumsuzluk kaynağıdır. Salt temsili demokrasi pratiğinde, bireylerin gruplar olarak bir araya gelerek çıkarlarını savunduğu göz ardı edilmesi, kararların oy çokluğuyla alınması, bunun tüm toplum için uygulanması zorunluluğu, çoğunluk sultasının oluşmasına neden olabilmektedir. Bu ise toplumun birçok kesiminin dışlanmasını getirmektedir.

Demokrasinin gelişme sürecinde çoğunluğun azınlığı dışlaması toplumun çeşitli katmanlarınca dile getirilmiş, özellikle azınlıkta kalan güçlülerin öne sürdüğü kaygılarla temsili demokrasi yeniden şekillendirilmiştir. Bunda azınlık olan sıra dışı güçsüz grupların da yaptığı mücadelenin katkısı vardır. Mevcuda küçük eklentilerle, ‘Çoğulculuk’ denen kavram ortaya atılmıştır. Çoğulcu demokraside artık bireylerin tek başına olmadığı, kendi benzerleriyle ilişki içinde olduğu ve bir araya gelerek çıkar grupları oluşturabildikleri kabul edilmektedir. Bunu sınıfsal temelli olarak ta düşünebiliriz. Bu modelde, çıkar grupları daha da ileri giderek siyasal partiler altında örgütlenebilmektedirler. Pratikte ise, demokratik rejimle yönetilen ülkelerde siyasal partiler, birçok çıkar grubunun koalisyonu niteliğindedir. Bu durumda; toplumda birbiriyle yakın ilişki içinde olan bireylerin bir bölümü, çıkarlarının bilincindedir ve bilinçsiz olan diğer grupları da etkileyerek bir parti çatısı altında güç sağlayabilmektedirler. Meclis ise; bireylerin temsil edildiği küçük bir kamu alanı olmaktan çıkıp, toplumda örgütlenmiş olan çıkar gruplarının temsilcilerinden oluşan bir alan şekline dönüşmektedir. Çoğulcu demokraside alınacak kararlarda, çıkar gruplarının, uzun müzakereler sonucunda uzlaşması hedeflense de, pratikte bu yine tam anlamıyla mümkün olamamaktadır. Temsili demokraside olduğu gibi kararların oy çokluğu ile alınır olması, ortaya tüm çıkar grupların iradesini yansıtan bir sonuç çıkaramamaktadır. Eğer farklı grupların çıkarlarına göre değişik kararlar üretebilse, bu sakıncanın önüne geçmek mümkün olabilecektir. Teke indirgeme anlayışının sürdürülür olması, toplumun tüm kesimlerinin mutlu olabilmesinin önünde engeldir. Günümüzde, temsili yapı üzerine eklenmiş çoğulcu anlayış, gereksinimlerin tümünü karşılayamamaktadır.

Kararların teke indirgenmesi yerine, farklılıklara izin veren bir yapının oluşması, toplumun tüm kesimlerini kucaklama anlamında önemli bir adımın atılmasını sağlamaktadır. Bunun da bir oranda ‘Katılımcı Demokrasi’yle gerçekleştirilebileceği öne sürülmektedir. Katılımcılık ise, çoğulculuğu da kapsayıp çeşitliliğe ve siyasal gücün paylaşılmasına olanak vermektedir. Çoğulculukta sorun olarak ortaya çıkan, bireyin isteklerinin grup çıkarları içinde yok olmasının önüne geçilip, karar süreçlerinde doğrudan katılabilmesine olanak yaratılmaktadır. Burada, çıkar gruplarının ödünler sağlayarak iktidarlara ortak olmasından öte bir durum söz konusudur. Birey, kendine açılan kanallar üzerinden kamu alanında aktör durumuna geçebilmekte, bu şekilde bir çoğulculuk sağlanmaktadır. Ayrıca, gelişen ve gittikçe küreselleşen dünya koşullarında, bireyin sınırlı bir alanda olmadığı, olanaklar doğrultusunda dünyanın diğer alanlarıyla ilişki içinde olduğu da göz önüne alınmaktadır. Siyasete partiler dışından da, kamusal alana doğrudan müdahale söz konusudur ve çıkar örgütlenmeleri dışında Sivil Toplum Kuruluşları da önemli bir aktör olarak karar süreçlerine müdahil olabilmektedirler. Bireyin de siyasete katılabilmesi, siyasi iradeye ortak olması bu yapılar üzerinden olanaklı duruma getirilmiştir. Tercihler, sadece yurt içinde değil yurt dışında olanlardan da etkilemektedir. Sivil toplum kuruluşlarında bir araya gelinerek sorunlara özgü kamusal hizmet üretebilmektedir. Aynı zamanda üretilen kararlarda kamu alanı ile meclis arasında paralellik gözetilmeye çalışılmaktadır. Bunun yaşama geçirilmesi ise, yapılacak düzenlemelere bağlıdır. Katılımcı demokrasi, temsili demokrasi kadar özenli bir sitem ortaya çıkarmasa da temsili demokrasinin eksiklerinin giderilmesinde tamamlayıcı olmaktadır. Açık bir kurumsal temel üzerinde gelişir olmaması yeni arayışlara neden olmuştur.

Günümüzde, demokrasiyle ilgili önemli bir adım, “Demokratik Yönetişim” kavramının ortaya atılmasıyla sağlanmıştır. Burada hedeflenen, yöneten yönetilen ikiliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu şekilde halkın kendi kendini yönetebilmesinde en üst düzeyde bir seviyenin yakalanabileceği öngörülmektedir. Teknolojinin bu denli hızla geliştiği ve gittikçe kürselleşen dünyada, artık ‘toprak’ ve ‘topluluk’ özdeşliğinde de değişim olmaktadır. Yeni bir temsil biçimi gereklidir. Toprak temelli temsil yerini ilişki ağları üzerinden temsile bırakmaktadır. İlişki ağlarının sayısı çoktur ve temsilde her karar konusu için ayrı bir ilişki ağı öngörülmektedir. Toplum, çok sayıda ilişki ağının birlikteliği olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Her konuda genel bir fikir birliği sağlanabilmesi, yaşamın krize dönüşmemesi için herkesin kabul ettiği genel kuralların olması gerekmektedir. Bu kurallar da evrensel olmak zorundadır.

Demokratik Yönetişim yapısı içinde yurttaşlık ağı çok sayıda ilişki ağından sadece özel bir tanesidir. Toplumu oluşturan bireylerin hepsinin yurttaşlık ağının üyelerinden biri olduğu kabul edilebilir. Bireyler, üzerinde çok sayıda ilişki ağının kesiştiği düğüm noktalarına dönüşmüştür. İlişki ağları ise, bir tarihsel gelişme ve sosyal yapının ürünüdürler. Bu yapılar içinde zayıf ilişkilerin de gücünden söz edilebilmektedir.

Yöneten yönetilen ayrımının kalmadığı demokratik yönetişim modelinde, hiyerarşik ilişkiler yerini yatay ilişkilere terk etmektedir. Temsili demokraside var olduğu gibi, alttan üste doğru oluşan birden fazla kademeli yapı gittikçe bulanıklaşmaktadır. Her kademede belirleyici olan ilişki ağları, yani bireyler olmaktadır.

Bilindiği üzere siyasal ideolojiler faklı birey kabullenmeleri yapmaktadırlar. Liberal anlayışta birey, tek başına kendi yararını gözeten bir olgudur. Aksine sosyal demokrat ve toplumcu anlayışta ise, dayanışmacı kaygıların öne çıkarılıp tek başınalık söz konusu değildir, birey başkalarıyla ilişki içindedir. Gerçek anlamda mutlu olması ilişki içinde olduğu diğerlerinin de mutlu olmasına bağlıdır. Temsili demokrasiye eklemlenmiş çoğulculukta olmadığı şekliyle bir birinin mutluluğundan etkileşim temel alınmaktadır.

Temsili demokrasilerde yurttaştan beklenenler çok sınırlıdır. Tek yaptığı temsilcileri seçmek, bunların oluşturduğu siyasal yapının aldığı kararlara uymaktır. Yani pasif bir yurttaştır. Çoğulculuk ile birlikte alınan kararlarda bireyin aktif olmasının önü açılmış, katılımcılıkla daha etkin duruma getirilmiştir. Temsili demokrasiye eklemlenmiş çoğulculuk ve katılımcılık yine de tam bir netlik sağlayamamaktadır. Olumlu değişimler yaratsa da arzu edilen sağlıklı kararlar yeterince oluşamamaktadır.

Demokratik yönetişimde her şey bireyle başlar bireyle sonuçlanır. Dayanışmacı bir anlayışla mutluluğunu sağlayacak kararları tümüyle kendisi vermektedir. Etkin bir temsilcilik söz konusu değildir, alttan üste her demokrasi kademesinde de belirleyici olan yine bireydir.

Türkiye demokrasinin, yani ülkede halkın kendini ne denli yönetip yönetmediğini değerlendirecek olursak: Uluslararası endekslere göre Türkiye, yarı gelişmiş demokrasiye sahip olan bir ülke olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar çoğulculuk, katılımcılık ve yönetişim anlamında bazı yamalar yapılsa da asıl olan temsili yapıdır. Özünde birey seçer ve yönetilir. Karar süreçlerinde etkin olarak yer almaz. Çoğunluğun sultasının oluşması her şartta mümkündür. Toplumun güçsüz kesimlerinin de mutluluğunu sağlayacak kararlar üretilememektedir. Bu kesimler için ifade ve düşünce özgürlüğünün önünde kalın duvarlar bulunmaktadır. Katılımcı modelin öngördüğü üzere; bireylerin karar süreçlerinde etkin olabileceği sivil toplum kuruluşları, siyasi iradeyle aynı paralellikte değildir. Bu kuruluşlar nicelik ve nitelik olarak yeterince geliştirilememiş olup, katılımcılıklarıyla ilgili yeterli düzenlemeler yoktur. Türkiye’de yönetişim olarak ise yaşama geçmiş bir uygulamanın varlığından söz etmek çok zordur.  Bunlar bize Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi ve birinci lige yükseltilebilmesi için radikal kararlar alıp uygulanması zorunluluğunu göstermektedir. Bunu yapacakta halktan yana güçlü bir siyasi iradedir. Toplumlar en iyisini hak etmektedir. Ayrıca, arzu edilen ideal yönetimsel yapıyı yaşama geçirebilecek bilgi ve deneyime de sahiptirler. Yeter ki kendilerine yeterince güvenilsin ve engeller ortadan kalksın.

Kuşkusuz siyasi partiler bir demokrasi modellemesi gibidir. Ülkede hedeflediği modeli kendi içinde de yaşama geçirmelidir. Türkiye’de kitleselleşebilen siyasi partileri değerlendirdiğimizde; ağırlıklı olarak temsili bir modelin olduğunu görmekteyiz. Üyeler, yani bireyler, birinci kademenin oluşması için temsilcilerini, onlar da ilçe yönetimlerini ve bir üst kademenin temsilcilerini seçebilmektedirler. Bu temsilciler ise il yönetimlerinin yanı sıra parti üst yönetimlerini seçecek diğer temsilcilerin seçimini yapar. Sonuçta, seçilmiş olan bu temsilcilerle de parti meclisi belirlenir. Bu ise parti içi siyasi iradenin belirlenmesinde yetkili yapıdır. Kolayca tespiti yapıldığı üzere; üye ile partinin en üst yönetimi arasında üç kademeli bir temsil sistemi söz konusudur. Bu yapı içinde üyenin tümünün mutluluğunu sağlayacak kararların alınması her şartta mümkün değildir ve üyenin genel iradesini yansıtması tam olası değildir. Çoğulculuk, yani partileri oluşturan iç çıkar grupları açısından değerlendirdiğimizde, her birini mutlu edecek kararların alınması da çok mümkün gözükmemektedir. Bunun için oy birliği gerektiren uzun müzakerelerin yapılmadığına şahit olmaktayız.  Yapı çoğunluk sultasının oluşmasına izin verebilmektedir. Katılımcılık olarak baktığımızda ise; yine bireyin karalarda etkisi yok denecek kadar aza indirgenmiş durumdadır ve üye tümüyle pasif konumdadır. Partinin politikalarının belirlenmesinde, alınan kararlarda, ülkenin genel çıkar grupları ve sivil toplum kuruluşlarıyla bir paralellikte yeterince oluşturulamamıştır. Karşılıklı etkileşimin olabileceği göz ardı edilmiştir. Tek belirleyici parti içi siyasi irade olarak gözükmektedir.

Siyasi partiler içinde, ülke için öngörülen modelin bir benzerini oluşturmak kamuoyu önünde inandırıcılık yönünden çok önemlidir. Bu doğrultuda özellikle demokratik yönetişimi ve aktif bireyi, yani aktif üyenin ortaya çıkarılması hedeflenmelidir. Seçkinci ve ötekileştirici anlayışlardan uzak durulmalı, üyenin alınan kararlarda doğrudan katılımına olanak yaratmalıdır. Aktif üyeliği yaratma adına, günümüz bilişim teknolojilerden azami yararlanmak bir kaçınılmaz gerçekliktir. Yapılanması zorunlu olan bir olgu da temsilciler, yani delegeler aracılığıyla üst yönetimlerin belirlenmesi konusudur. Mahallelerden başlayarak delege sistemini kademeli olarak sonlandırması, aktif üye yaratabilmekte önemli bir adımdır. İlçe yönetimlerinin belirlenmesinde, o ilçe içindeki tüm üyenin söz sahibi olmasına olanak yaratılmalı, mahalle delege seçimlerinin yerini ilçe yönetimlerinin seçimi almalıdır. Bu kez delege seçimleri için kurulan sandıklar yönetimleri belirleme amaçlı kurulmalıdır. Parti meclisleri, hatta parti başkanı belirlemede de aktif üyelerin doğrudan karar vericiliğinin yolu açılmalıdır. Yunan PASOK’ta da şahit olduğumuz gibi, ülke sathında oluşturulan sandıklardan üyenin tercihinin alınması meşruiyeti arttıracaktır.

Demokratik yönetişim adına da önemli adımlar atılması, siyasi partilerin demokrasiye olan inancını göstermede önemli bir kanıttır. Örgüt içinde yöneten ile yönetilen arasındaki kalın çizgilerin kalkması, gerek çoğulculuk ve katılımcılık, gerekse demokratik yönetişimin yapılandırılmasında belirleyici ana unsur olacaktır.

Alpaslan Güzeliş

Mart 2012, Karşıyaka

yorum
  1. salihvariş dedi ki:

    MÜKEMMEL BİR YAZI

Yorum bırakın