SİYASİ PARTİLERDE DEMOKRASİ

Yayınlandı: 21/03/2013 / SİYASİ DENEMELERİM

Siyasi partiler, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasetin ayrılmaz birer parçasıdırlar. Ancak, bunların birçoğu gerek örgütsel yapılanmaları, gerekse iç işleyişleri ile güncel demokrasi anlayışından oldukça uzaktırlar. Ayrıca, bu yapılarda anti-demokratik uygulamalara da sıkça rastlanmaktadır. Siyasi partilerin kendi iç işleyişlerinde, demokrasiyi ne ölçüdeparti-900x900 yaşama geçirebildikleri ise halkın gözündeki inandırıcılıklarının önemli bir göstergesidir. Halkın demokrasi ile ilgili istek ve tercihlerinin bulunmadığını düşünmek, anti-demokratik uygulamaları bu gerekçelere dayandırmak yanılgıdır. Getirisi yoktur.

Türkiye’de çok partili siyasetin başlangıcı, günümüzden altmış yedi yıl öncesine dayanır. Siyasette yaşanmış ve hala yaşanmakta olan sıkıntılara karşın, yeterli olmasa da bir demokrasi kültürü oluşmuştur. Kamuoyu araştırmalarının ve sözde olsa da demokratikleşmeyle ilgili atılacağı öne sürülen adımlara verilen destekten de anlaşılacağı gibi, halkın tavrı daima demokrasiden yana olmuştur. Ayrıca tüm aykırı uğraşılar da toplumun yüzünü demokrasi dışı doğulu sistemlere çevirmeyi başaramamıştır. Kamuoyu araştırmalarında, 2004 yılında halkın %74’ünün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine olumlu bakıyor olması, aslında bunun göstergelerinden biridir. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumunda %58 oranında ‘evet’ sonucu çıkmıştı. Oluşturulan algı yanıltıcı olsa da, özünde demokratikleştirme iddiası vardı. Halkın, demokrasi ve uygarlaşma yolundaki kazanımlarından vazgeçerek, bu yönde alınan kararlara destek vermeyeceğini düşünmek, toplumsal yapının iyi analiz edilemediği anlamına gelir. Toplumun istek ve çıkarlarıyla örtüşmeyen politikalara sahip olan hiçbir siyasi yapının başarı şansı yoktur. Emin olunuz ki halk derin uykularda değildir, giderek artan dinamik bir yapıya kavuşmaktadır. Siyasi partilerin iç uygulamaları, iktidar olmaları durumunda yapacakları konusunda da fikir vermektedir. Her nedense, Türkiye’de anti-demokratik uygulamaları olan parti yöneticilerinin sığındığı yer Siyasi Partiler Kanunu olmaktadır. Özellikle yasadaki parti içi seçim ve yönetimlerle ilgili maddeler olduğu gibi tüzüklerde de yer almaktadır. Bu maddelerde değişiklik ve iyileştirme yönünde yeterince çaba gösterme eğilimi yoktur. Olsa da; üzerinde fazla durulmayan, ısrar edilmeyen ve sıklıkla gündeme getirilmeyen girişimler olarak kalır.

Türkiye’de siyasi partilerde dikey ve çağdaş olmayan örgütlenme modelleri vardır. Yapı, bir kişinin, yani liderin tüm kararlarda tek başına söz sahibi olmasına olanak yaratmaktadır. Yerel ve merkezi yönetimler için de benzer durum söz konusudur. Mevcut seçim yöntemi dünyadaki gelişmiş demokrasi uygulamalarında terk edilmiş durumdadır. Bu yöntem temsili demokrasinin ilk modellerinden başka bir şey değildir. Kökleri binlerce yıl öncesinin eski Yunan şehir devletlerine dayanmaktadır. Siyasi partilerin en üst yönetim organı seçilinceye kadar dört ayrı süreçten geçilmektedir. Kısaca şöyledir; bir mahalledeki parti üyeleri ilk önce ilçe yönetimini seçecek delegeleri seçerler. Bu delegeler ise ilçe yönetimini ve il yönetimlerini seçecek delegeleri belirlerler. İl kongre delegeleri de il yöneticilerinin ve merkez kurultayına gönderilecek delegelerin seçiminden sorumludur. Son aşama olarak, kurultay delegeleri, partinin en üst karar organlarını ve genel başkanını seçer. Merkez yönetim kurulları, üst karar organı ve genel başkanca belirlenir. Siyasi partiler içinde, aşağıdan yukarıya her ek seçim aşaması, tabanın, yani üyenin iradesinden kopuşun birer adımı olmaktadır. Delegenin delegesi, onun da delegesi gibi oluşan zincir bir yapı, katılımcılığın ve demokratikleşmenin önündeki engeldir. Seçilmişlerin süreç içinde seçkinlere dönüşmesine neden olur. Bunlar, karar ve uygulamalarında üyenin genel istek ile eğilimlerini yansıtmaktan gittikçe uzaklaşırlar. Bu yapı, delege ağalığı olarak da adlandırılan, kişisel çıkarlar etrafında gruplaşan hiziplerin oluşmasının da önde gelen nedenidir. Niteliksiz kadroları parti yönetimlerine taşır. Türkiye’de demokrasi yolunda atılması gereken önemli bir adım da, parti içindeki işleyişin olabildiğince demokratikleştirilmesi olmalıdır. Üyenin genel kararlarda doğrudan etkin olacağı bir yapının oluşumu zorunludur. Bu, genel başkanların seçimi dâhil böyle olmalıdır. İlçe, il ve hatta partinin üst organlarının seçiminde üyeler yerine temsilciler, yani delegeler değil, üyenin kendi iradesini ortaya koyabileceği nesnel koşullar oluşturulmalıdır.

Başbakanın, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Türkiye’nin sorunlarına bir teselli olarak gösterdiği Yunanistan’da, partilerdeki işleyiş bile aslında bize örnek olacak niteliktedir, incelenmelidir. Özellikle PASOK, genel başkanlar dâhil her kademede yöneticilerin seçimini tüm üyelerin, hatta parti sempatizanlarının katılımıyla yapmaktadır. Günümüz iletişim teknolojileri her türlü oylamanın elektronik ortamda yapılabilmesine olanak sağlamıştır. Oylamaların bir şifre ve kullanıcı adı ile internetteki bir WEB sayfası üzerinden güvenli olarak yapılması artık çok kolaydır. Kongre ve kurultaylarda yapılan maddi harcamaların yanında çok düşük tutarlara da mal olabilecektir. Her aşamada seçimlere geniş kitlelerin katılımına olanak yaratacaktır. Eğer siyasilerin özde demokrasi ve demokratikleşme gibi bir kaygısı varsa, halkın kendi kendini yönetebileceği yeni kanalların açılmasına ön ayak olmalıdırlar. Bunun için teknolojik olanaklardan da olabildiğince yararlanılmalıdır. Halktan yana olduğu iddiasında olan siyasiler, kişisel çıkar kaygılarından uzaklaşabilir ve halka güvenirlerse, demokratik bir Türkiye’nin oluşumuna da katkıda bulunmuş olacakladır.    Sevgiyle kalın…

Yorum bırakın