SİYASETTE AŞAĞIDAKİLER VE YUKARIDAKİLER

Yayınlandı: 10/02/2013 / SİYASİ DENEMELERİM
Etiketler:

Türkiye’de siyaset tek yönlü çalışır. Yalnız üst katlara çalışan asansör gibidir.

Fırsat bulup kendini yukarıya atan artık inmek bilmez. İnse de, ancak merdivenlerden ağır ağır ve son derece isteksiz olacaktır bu iniş.

Yukarıdakilerin en büyük derdi burada nasıl ve de ne kadar uzun süre kalınabilineceğidir. “Vatan Millet Sakarya” nutukları ise; genelde yükseklerde tutunabilme kaygısı nedeniyle yapılan yaygaralardan ibarettir.

Aşağıda ise, asansör kapısının önünde uzun kuyruklar. “Gelse de biz de kendimizi üst katlardan bir yerlere atsak” sancısı. Bu işe vakit ayıran, ortalıkta fazla gözüken, ‘yukarıdakilerle’ görüntü verenin sırayı kapma şansı vardır, az da olsa. Hele ki ununu elemiş, eleğini duvara asmış ak saçlıların daha fazla. Çünkü zamanları bol, önde gelen uğraşılarındandır siyasetin manevraları.

Gençler ve kadınlar ise genelde seyircidirler. Aralarından bazıları belki bir köşe tutar ki; o da sağlam biat gerektirir. Otur otur, kalk kalk, sallabaşını.

Hele siyasetin yenisi için, çemberi geçip kuyruğa girmek bile mucizelere kalmış. Ancak, bazen paraşütle inenlere açılır kapı ki; bu da dostlar alışverişte görsün. Toplum önünde, nitelikli kadrolarımız var görüntüsünü sağlama gereği. Bu takımda da acemilik diz boyu. Otum derken, dam üstünde saksağan misali.

Yukarıya çıkabilmenin bir gereği de sermaye sahibi olmaktır, vaktin yanı sıra. Bazıları bir yatırıp, ileride beş almanın ince hesaplarındadır.

***

Siyasetin yukarıdakileri, yalakaların yardımıyla şişirilmiş egolarıyla çoğu sanki birer He-Man’dirler. Dünyayı onlar yarattı, öncesi yoktu. Karar vericiliğin tek hâkimleridirler. Siyasetin asansörüne bineceklerin kimler olacağı onlardan sorulur. Güç de, kudret de onlarındır, yani siyasetin ağalarının.

“Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla hava limanlarında siyasetçi karşılamalar. Mecliste, parti merkezlerinde ziyaret kuyrukları, alkışlar, şakşaklar ve taklalar. Ben de varım, beni de görün telaşları. Geleceği kurtarmayan, günlük küçük kişisel çıkarlar uğruna.

Melez rejimin (demokrasi denemiyor henüz), melez siyasetinin sonucunda ortaya çıkan tablo budur. Diktatörleşmiş liderlere adeta tapılır bu rejimlerde, halkın gücüne güvenilmez. Çoğunluk, kendini güdecek bir çoban peşindedir.

Sen, ben, bizim oğlan. Hemşerim, dindaşım, ırkdaşım ve akrabam kayırılması da kırsal yaşantı kültürünün bir türlü tam sanayileşemeyen toplumlara armağanıdır. Babadan oğla geçer, kesintisiz. Bunu kesecek, değiştirecek olan uygarlaşma ise hak getire.

Dünya temsili demokrasiyi geçti (ki Türkiye hala seçilmiş seçkin temsilcilerin melez demokrasisinde), önce çoğulculuğu, sonra da katılımcılığı etkinleştirdi. Şimdi de demokratik yönetişimi yaşama geçirmenin yolunda. Yöneten-yönetilen ayrımının ve ayrıcalığının iyice azaldığı bir demokrasi ve insan odaklı bir sistem için.

“Bizim siyasi partilerimizde delegelik sistemi var” demeyin. Geçmiş çağdan, zaman makinesiyle ışınlanarak mı geldiler? Diye hayretle bakarlar yüzlerinize, demokrasi ileri ülkeler. Hele, 12 Eylül cuntası ürünü Partiler Yasasının hala yürürlükte olduğunu hiç bilmesinler! Çünkü bu; en büyük demokrasi ayıbı olarak ortada duruyor. Sağdan ve soldan siyasi partiler üzerine gitmezler nedense, işlerine böyle mi geliyor yoksa? Denetlemenin ve gücün dayanılmaz tutkusu gölgesinde.

***

Siyasetin içindekiler, kişisel ihtiras ve şişmiş egolarından kurtulup karar vermelidirler artık. Özelikle yukarıdakiler (sözüm meclisten dışarı, muhataplar kendini bilir); kendi gelecekleri mi, toplumun geleceği mi? Bugünü kurtarmak mı, yoksa geleceği mi? Ülkenin, toplumumuzun ve dünyanın sorunları gittikçe artıyor. Ufak bir kıvılcım her şeyi altüst etmeye yeter, geri dönüşü olmamak üzere. Bilin ki; “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!” Siz de varsınız bu alametin içinde, bugününüzü kurtarsanız da!

***

Bu da aşağıdakilere…

Ne demiş Nazım Hikmet üstat;

“Kabahat senin

Demeğe de dilim varmıyor ama

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Kalın sağlıcakla…

Yorum bırakın