SİYASET AMA NASIL?

Yayınlandı: 10/03/2011 / SİYASİ DENEMELERİM

Ulu önderimiz M. Kemal Atatürk’ün en güzel söylemlerinden birini hatırlayalım; 

“MANEVİ MİRASIM AKIL VE BİLİMDİR”

“Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek  hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

M. K. ATATÜRK (Cumhuriyet Bayramı töreni açılış konuşması, 1933) 

Bir çoğumuz bu mirasa  sahip çıktığımız iddiasındayız. Bu çabaların tümünü ne olursa olsun dışlamak veya küçümsemek doğru olmaz. Defalarca sorgulamamız gereken şey, Atamızın öngördüğü  temel eksen üzerinde, akıl ve bilimi ne kadar uygulayabiliyoruz?

Birçok şeyi bir ayet, bir dogma, donmuş ve kalıplaşmış kurallara mı dönüştürdük?

Farkında olmadan dönüştürmeye devam mı ediyoruz?

Dünyayı 1900 yıllarının ilk çeyreğindeki koşullarla mı açıklamaya çalışıyoruz?

Yoksa bilimin son 100 yılda getirdiği olanaklardan yararlanmaya mı çalışıyoruz?

Bu sorgulamayı yüzlerce madde olarak genişletip cevaplarına baktığımızda ve siyasi yaşamımızı değerlendirdiğimizde, ortaya olumlu bir tablo çıkmamaktadır. Bir çok şeyde olduğu gibi siyaset te aklıl ve bilimden uzaktadır.

Ülkemizin siyasi tablosunu değerlendirirken de rehberimiz akıl ve bilim olmalıdır.

Bu görüş ışığında; Nasıl bir siyaset?  diyerek başlayalım ve Ülkemizin temel sorunlarının başında gelen siyasi sahnedeki olumsuzlukları değerlendirmeye çalışalım. 

Herhangi bir hastalığı tedavi etmek için doğru tanı koymak çok önemlidir. Deneye-yanıla sonuca ulaşmak da olanaklıdır fakat bu zaman ve güç kaybına neden olmasının yanı sıra, bu yöntemle doğru tedaviye ulaşmak zayıf bir olasılıktır.

İlk önce son iki seçimdeki sonuçlara bakacak olursak;

23.07.2007 Genel Seçim Sonuçları;

Ülke nüfusumuz ;             74 milyon  (2007)

Kayıtlı seçmen sayısı ;      42 milyon 

18 Yaş altı nüfus ; 32 milyon (Dünyada genç nüfusu bu oranda yüksek olan ender ülkelerden biriyiz, %43)                                                                                                                                                     

23 Temmuz 2007 seçimlerinde kullanılan toplam oy;  35  milyon (% 83 katılım )

AKP                                                             ;  16,3  Milyon  (%46,54)

CHP                                                             ;    7,3    ,,          (%20,79)

MHP                                                            ;     5      ,,           (%14,25)

BAĞIMSIZ                                                  ;    1,8    ,,           (% 5,4)

DP+GP+Diğer                                              ;    4,5    ,,          (% 12,9) 

2009 Yerel Seçim Sonuçları;

AKP; %38,8 oy toplamı; 15.458.985

CHP; %23,1   ,,              ; 9.218.445

MHP; %16,1  ,,              ; 6.403.831

DTP; %5,7     ,,              ; 2.271.566

SP  ;  %5,2     ,,              ; 2.060.034

DP  ;  %3,7     ,,             ; 1.488.134

DSP;  %2,8     ,,             ; 1.112.610

BBP; %2,2      ,,             ; 894.045 

AKP; Oluşturduğu siyasi anlayışla toplam 30 milyon civarında bir ülke nüfusunu etkileyebilmektedir. 2007 genel ve 2009 yerel seçimleri sonrasından bu güne dek  yapılan  kamuoyu araştırmalarına göre de bu durumunu korumaktadır. Siyasi sahnenin son genel ve yerel seçimlerde en karlısı bu partidir. EGE, Akdeniz ve Trakya’da çok etkili olmasa da ülkenin diğer bölgelerinde nerdeyse tek parti durumundadır.

CHP; Her iki seçim sonuçlarına göre toplam nüfusun % 20’si civarında bir kitleyi etkileyebilmektedir. Ağırlıklı olarak yoksul kesimler ile Güney ve Doğu Anadolu’da nerdeyse yoktur. Kürt vatandaşlar ve yoksul kesimlerle bağ kuramama gibi bir sıkıntı uzun yıllardır süre gelmektedir. Etkili olduğu bölgeler Ege ve Akdeniz sahilleri ile Trakya’dır.

MHP; Yıllardır izlediği siyaset ve anlayışlarla ülke nüfusunun ancak % 8’i ile % 15’i arasında bir kitleyi etkileyebilmektedir. Bu yüzdeler arasındaki salınım uzun yıllardır aynıdır. Sürdürdüğü doğrultuda bir siyaset ile tek başına iktidar olması zor bir olasılık gözükmektedir. MHP, 2007 genel seçimleri öncesinde ülke koşulları milliyetçi söylemlerin prim yapması için elverişli olmasına karşın % 14’ün üstüne çıkamamıştır. En etkili olduğu bölgeler Orta ve Kuzey Anadolu’dur.

DTP (günümüzde BDP); Son birkaç seçimdir aldığı toplam oy oranı %4 ile %6 arası değişmektedir. (Son genel seçimler için tüm bağımsızların toplam oylarının DTP adaylarına verilen miktarı üzerinden hesaplanmıştır) Bu sonuç bize PKK ve paralelindeki BDP (DTP) politikalarının  (seçmen olmayanlar ile birlikte) toplam nüfus içindeki 3–4.5 milyonluk bir kitleyi uzun yıllardır etkileyebildiğini göstermektedir. Bu sayı  artık kemikleşmiştir. Siyasi hedefleri doğrultusunda etkiledikleri kitleyi arkalarına alarak; öne sürdükleri istekler azalmadan devam etmektedir. Siyasi sahnemizde ülke gündemini belirleyen aktörlerden biri olarak yer almaktadırlar.  En etkili olduğu bölge Güney Doğu Anadolu’dur. Doğu Anadolu ile büyük şehirlerin varoşlarında da önemsenmesi gereken bir oy potansiyeli vardır.

DP (ANAP+DYP); Sahip oldukları muhafazakar kitlelerin oyları, bu güne kadar uyguladıkları yanlış siyaset ve politikalar nedeniyle AKP’ ye kaymıştır. Bu partiler “Nasıl Yanlış Siyaset  yapılır? Bir ülke nasıl uçurumun kenarına itilir?”  konusundaki derslere örnek olarak siyasi tarihte yerlerini almak üzerelerdir.

DSP; Bülent Ecevit liderliğinde, lider endeksli bir parti olarak varolduğundan, liderin ölümü sonrasında  geçmişte yakalamış olduğu rakamlara tekrar ulaşması olası gözükmemektedir.

Parlamentoda yer alan mevcut siyasi partilerin genel görünüşlerinden sonra, sürdürdükleri politikaların temelini neler oluşturuyor?

Niçin başarılı yada başarısız oluyorlar?

Hangi politik anlayışları nedeniyle tek başına  iktidar olmaları olası gözükmemektedir? Sorularına cevap aramaya çalışalım;

AKP; Temel siyasi görüşleri Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş’ü üzerine şekillenmiştir. 2002 yılı sonrasında  Milli Görüş daha da ılımlaştırılmış ve Milli yönü örselenerek siyasi arenada yer almışlardır.

Yakaladığı kitlenin neredeyse tümü İslam inancında olup bir İslam mezhebi mensubudurlar. Ayrıca, bu partiye oy veren seçmenlerin çoğunluğu;  yoksul, eğitim seviyesi düşük ve işsizdirler. Bir çoğu kent-köy arasında  bir kimlik arayışı içindedir. Ülke içindeki tarikatlar ve aşiret yapılarının bir çoğunun bu partiye desteği söz konusudur. ABD ve AB ülkelerindeki bazı gruplar ile ülkemizdeki işbirlikçileri, sistemli olarak bu partiyi desteklemektedirler. Sözde Liberal olduğu iddiasında olan bir grup ile Sosyalistlerden devşirme İkinci Cumhuriyetçiler adlı bazı gruplarında açık veya örtülü desteği de söz konusudur.

 ABD  tarafından öngörülen Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını ve Türkiye’deki mimarlığını yine bu parti üstlenmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’de, Ilımlı İslam modelini  oluşturmak için arka arkaya birçok değişiklik yaparak; hukuk, ordu, anayasa gibi birçok olguda dönüşümler gerçekleştirmiştir.

AKP ileri gelenleri söylemlerinde bir değişim göstermiş, demokratlaşmış imajı yaratıyor olsalar bile, özde Milli Görüş’ün temel ilkelerinden vazgeçmemişlerdir.

RTE’den derlenmiş bazı söylemleri hatırlayalım;

“–5 milyarlık İslam alemi, Müslüman milletimizin ayağa kalkmasını sabırsızlıkla bekliyor.

—Hem laik, hem Müslüman olunmaz.

—Referansımız İslam’dır.

—Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.
—Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabiî ki gidecek be…
—Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur.
Cumhurbaşkanı’nın İmam Hatipli olacağı günler yakındır. (oldu)

—Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan laf bir kere çıkar, dün ne dediysem, bugün de aynı şeyi söylüyorum .

—Elhamdülillah şeriatçıyız.

—Yılbaşına karşıyım.

—Her 10 Kasım’da yaygara koparılıyor.

—İstanbul’u Medine yapacağız.

—Sadece imamlar resmi nikah kıysın.

—Ben Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım.

—İstanbul’un imamıyım.

—Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür.

—Milli Piyango zulümdür.

—İçki yasaklansın.

—Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın etkileridir, her şey ona göre belirlenir.

—Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır”

Bu sözleri söylemiş bir Başbakan “ne yapmak istemektedir?” Ne kadar değişmiştir? Ne kadar demokrat olmuştur?

Sorularına cevap vermeye ve sorgulamaya  çalıştığımızda;

Ülkeyi İslam hukukuna uygun bir yapılanma içine sokmayı hedeflediği  konusunda  tereddüt etmek bile bir yanılgıdır.

Ilımlı-ılımsız şeriat kurallarının etkinleştirileceği kesindir. 

Yeni bir Osmanlı ve bu doğrultuda çağdaş ulus yapısı yerine ümmet toplumunu tekrar yaratma çabası vardır (Son yıllarda birçok Arap ülkesinde  de  bu görüş bulunmaktadır).

Ticari yaşam aynı Osmanlı’da olduğu gibi yabancı sermayeye ve işbirlikçilerine  devredilmektedir.

Kısa vadede, DSP-ANAP-MHP koalisyon döneminde uygulanmaya başlanan tedbirlerle, ekonomik bir istikrar oluşturulmuş gözüküyor olsa da uzun vadede ülke ekonomisi hızla çıkmaza doğru sürüklenmektedir.

Gidiş  çağdaş ulusal değerler açısından hiç de  iç açıcı değildir .

Demokrasi adına yapılan anayasa değişikliği, yargı reformu gibi girişimler onları hedeflerine daha da yaklaştıran adımlar olmaktadır.

RTE, tüm söylem ve girişimleriyle, karşı bir duruşa  medya dahil izin vermemektedir. AKP iktidarı kendisine muhalif olanlarla yaşam tarzları kendi görüşlerine aykırı kesimlerin yaşam alanlarını gittikçe daraltmaktadır. Medyanın %65 gibi bir bölümünü etki  altına almalarının üstünlüğü ile kamuyu çok kolay yanılta bilmektedirler (maniple ).  Askeri vesayeti yok etme adına sivil vesayeti de oluşturdukları kuşkusuzdur. İçki yasaklarının genişletilmesi, içkili yerlerde başlayan polis kontrolleri, Radyo ve TV’lerde yapılan sansürler, en son ODA TV’de olduğu gibi aykırı basın büyük oranda susturulmuş, hedefler doğrultusunda yargı ve ordu içindeki dönüşümler hayata geçirmiştir. Kültürel olarak hızla bir Ortadoğu Arap kültürüne doğru dönüştürme de söz konusudur.   

Tüm bunları göz önüne alındığında tek partili otoriter İslam tarzı yapıya doğru bir dönüşümün gerçekleştirildiği ortadadır.

Son günlerde bu görüş dış basında da dillendirilmeye başlanmıştır;

“Guardian gazetesinde bir değerlendirme kaleme alan Robert Tait, Mısır’a demokratik model olarak gösterilen Türkiye’nin otoriter bir devlet olarak görülmesinin de mümkün olduğunu ifade ediyor”  

Jenkins’in Guardian’daki yorumda aktarılan görüşleri şöyle;

“Türkiye askeri bir tür otoriter yönetimden, sivil bir otoriter yönetime geçiyor. Son yıllarda ciddi bir siyasi zulme, basın üzerinde baskıya ve insanların neyle suçlandıklarını bilmeden içeriye atıldıkları bir ortama şahit oluyoruz. Polis bir iç baskı aygıtı olarak kullanılıyor. Türkiye, Mısır’a model ülke olmaktan çok, giderek Mısır’a benzeyen bir ülke haline geliyor.”

AKP tümüyle dini söylemlerle politika yapmaktadır. Özellikle halkın yoksullaştığı, umutsuzluğun, kültür kargaşasının yoğun olduğu dönemlerde bu tür politikalar kitleleri etkileyebilmektedir. AKP ülkeyi tamamen orta çağ şartlarında yeniden yapılandırma içindedir, bu ulusumuzu karanlığa sürüklemektedir.

AKP ve politikalarını tümden değerlendirdiğimizde; Osmanlı’ya doğru hızlı bir dönüş başladığını rahatlıkla görebiliyoruz. ABD’nin teşvikleri ile AKP Neo-Osmanlı anlayışını el altından dillendirerek, Arap ülkelerine de önderlik edecek (bir toprak genişlemesi söz konusu olmadan) yeni Osmanlı’yı tekrar kurmak gibi bir hedefi de  gütmektedir. Çankaya’nın  yeni Topkapı Sarayı’na dönüştürülmesi, bu saraya devşirme anlayışı ile evlatlık edinmeler, RTE tarafından  Dolmabahçe Sarayı’nda yeni bir çalışma ofisi oluşturması, özellikle paşalar ile kamu oyundan saklanan çok önemli görüşmelerin burada yapılması, Osmanlı’yı canlandırmak için yazılı ve görsel basında yayınlardaki artış da hep bu dönüşümün gayretleri olarak gözükmektedir.

Çok büyük bir olumsuzluk olmaması durumunda ve muhalefetin yeterli performansı gösterememeleri durumunda önümüzdeki 2011 genel seçimlerde de %38-%45 arasında bantta bir yüzdeyi yakalaması olası gözükmektedir.

MHP; Alparslan Türkeş’in ölümü sonrası büyük oranda tek adam partisi kimliğinden sıyrılma başarısını göstermiş olsa da izlediği siyaset nedeniyle, tüm toplumun ortak paydalarını yakalayıp yıllardır ala geldiği oy oranlarının üstüne çıkması pek olası gözükmemektedir. MHP, gerek kadroları yönünden, gerekse sürdürdüğü politik anlayış nedeniyle;  Balkanlardan, Kafkaslardan gelen ve Anadolu yerlilerinden oluşan birçok farklı kimliği etkileyebilecek bir yapıda değildir. Hele 6 milyon  Kürt (DTP siyasetçileri bunu  sürekli arttırma gayretindedir), 1,5 milyon Çerkez ve 1 milyon civarında olan Arap kökenli vatandaş, etnik özelliklerini, kültür ve dil olarak varlıklarını sürdürmeleri nedeniyle MHP anlayışını içselleştirmeleri pek  olası değildir. Ayrıca önkoşulsuz CHP’ye destek veren sayıları 15-20 milyon arası hesaplanan Alevi vatandaşımızı da düşündüğümüzde nüfusun büyük bir oranı devre dışı kalmaktadır. DSP ve ANAP ile yaptığı koalisyon döneminde yapmış olduğu kamuda kadrolaşma, belli toplum katmanlarını ötekileştirme gibi hatalar ile geleceğe dönük yanlış adımların atılmasına neden olunmuştur. Bu kadrolar, koalisyon bitimi sonucunda sistem dışına itilmiş, kamu kurumlarında da bu partiye karşı güvensizlik oluşmuştur. AKP iktidarı döneminde de Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türban Yasası, Ergenekon benzeri soruşturmalarda tutunduğu tavır nedeniyle de belli bir halk katmanının hoşnutsuzluğunu kazanmıştır. Belli zamanlarda AKP benzeri siyasi tavırları nedeniyle oy tabanın bir bölümünde AKP ile arasında gelgitler oluşturmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği 2010 Anayasa Referandumunda yaşanmıştır.

DTP; Tümüyle sözde etnik bir kökenin çıkarlarını öne sürmesi nedeniyle, etnik bir parti olarak yer almaya devam etmektedir. Bu partinin, birkaç ne yaptığını bilmeyen sol gruplar dışında başka bir kitleyi yakalayabilmesi kesinlikle olası değildir.

Bu parti içinde iki ana grup hakimdir. Bunlardan birincisi şahin kanat, tümüyle PKK ile aynı doğrultuda davranmaktadır, aynı amacı hedeflemişlerdir. Bu  kanat Leyla Zana, Nurettin Demirtaş  gibi isimlerden oluşmaktadır.

Diğer kanat ılımlılar grubu olup, içinde Ahmet Türk, Sırrı Sakık  gibi isimler bulunmaktadır.

Şahin Kanat ve PKK, Kuzey Irak’taki KDP ve PEJAK gibi gruplarla oluşturduğu sözde Ulusal Cephe ile;  her ne kadar son söylemlerinde farklı şeyler ifade etseler de nihayette Türkiye, Irak, Suriye ve  İran’dan savaşla kazanacakları topraklarda bağımsız  bir Kürdistan devleti kurmak gizli amaçlarından vazgeçmedikleri ortadadır. Son yıllarda ılımlı kanatla da uzlaşarak sadece özerklik, federasyon, ana dilde eğitim, bazı kültürel istekleri olduğu görüntüsü vermeye çalışıyor olsalar da, bağımsız Kürdistan’a ulaşmada yöntem değiştirmişler gibi  gözükmektedirler. 

Her ne kadar demokratik cumhuriyet  veya aynı devlet çatısı altında kalıp özerk bir yapıyı savunuyor görünseler de bunu bir aldatmaca olarak değerlendirmek ileride bizi çok yanılmayacağı olasıdır. Aynı AKP tarafından demokrasi denilip şeriat düzeni hedeflendiği gibi, PKK politikalarında da amaç demokrasi kullanılıp Kürdistan kurmaktır. PKK ve yandaşlarının silah bırakmasını düşünmek, halkı  oyalamaktan öte bir şey değildir. Çünkü; kuruluş felsefesi, yıllardır kemikleşmiş siyaseti, oluşturduğu ticari çıkar grubu bunu olanak tanımaz. Ayrıca, bu örgütü silah zoruyla ortadan kaldırmayı tek çözüm olarak görmek kesinlikle yanlıştır. Ülkemizdeki DTP ve PKK politikalarının etkilediği 5 milyona yakın bir nüfusa karşın bu olanaklı gözükmemektedir. Kana-kan, dişe-diş  anlayışının Türkiye’yi getirdiği nokta içinden bir türlü çıkılamaya olumsuzluklar yumağıdır.

Bu soruna çok akılcı yaklaşılmalıdır. Ülkemizde artık bir çok insanın daha çatışmalarda yitirilmemesi, bir  450 milyar dolarların daha savrulmaması için zaman çok geç değildir. PKK’nın  tutunduğu dalların kesilmeli, politika malzemesi olarak kullandığı olumsuzluklar ortadan kaldırılmasına gereksinim vardır.

DTP içindeki ılımlı grup, Kürt aydınları ve AB tarafından yapılan öneriler akıl doğrultusunda  değerlendirilmelidir.

CHP; Son genel seçim sonuçlarına göre aldığı oyların toplamı 7,3 milyondur. Bölgeler ve iller bazında yaptığımız değerlendirmede, Cumhuriyetin ilk partisinin, halkın partisi olmaktan uzaklaşmış olduğunu, aldığı oyların büyük çoğunluğunun Alevi vatandaşlarımızdan  ve aydın kitlelerden  geldiğini kolayca tespit edebilmekteyiz. Bazı kaynaklarca sayıları 10 milyon olduğu iddia edilen Alevi vatandaşlarımız için bu rakamı bile baz aldığımızda, 6 milyona yakın bir Alevi seçmenden  1 milyonunun diğer partilere oy verdiğini veya hiç vermediğini düşünürsek, CHP için verilen 7 milyon adet oyun 5 milyonunun Alevi oyları olduğu anlaşılmaktadır. Yani CHP bu sonuçla Alevi vatandaşlar ve 2 milyon aydın veya diğer çeşitli toplum katmanları tarafından desteklenen bir parti kimliğinde gözükmektedir. Özellikle Alevi vatandaşlarımız için yeterince bir çaba göstermemiş olması karşında bile oylarını alabildiği ortaya çıkmaktadır.

2007 yılında yapmış olduğum tespitler;

“CHP’nin yaklaşım ve söylemlerini incelediğimizde; güncel , çağdaş , bilimsel ve ilkeli  siyaset üretme sorunu yaşandığını rahatlıkla görebilmekteyiz.

Çağdaş Ulus değerlerini yeterince savunamamaktadır. Şahin milli politikaların tutmadığını gördüğü anda çark edip başka bir anlayışa yönelebilmektedir. Bir gün AKP etkisiyle dini söylemler, bir zamanlar Tony  Blair etkisinde kalınarak İngiliz İşçi Partisi söylemleri.

Bir gün AB taraftarı gibi, bir gün ABD karşıtı söylemler. Bir gün de bakıyorsunuz cunta anlayışlı yaklaşımlar. Son 10 yıldır oluşturulan politikalara bakacak olursak ne kadar gel git yaşadığını rahatlıkla görebiliriz.

Geçmiş dönemlerde iktidar ortaklıkları olmasına ve iktidarı etkileyecek gücü yakalamasına karşın, 1980 cunta anayasasının değiştirilmesi  ve demokrasi adına yapılacak atılımlar konusunda yetersiz kalmıştır. Sürekli günü kurtarma anlayışı içindedir .

Dış basında ve güvenilir yorumcuların  tespitlerinde de, şahin politikalar nedeniyle MHP çizgisinde bir görünüm vermektedir. Sol görüntüden çok uzaklaşmıştır ve kimlik sorunu bulunmaktadır.

Üye olduğu uluslararası sol yapıdaki bazı birliklerden bile zaman zaman sert eleştiri almaktadır. Demokrasi ve çağdaşlık anlayışı bazı dış çevrelerce de tartışma konusu olabilmektedir. Geçmiş dönemlerde lider ve dar bir gruba endeksli yapı ile iç çekişmeler bu partiyi çok yıpratmıştır.

Parti içinde ki çıkar grupları ayıklanamamıştır. Tarikatlar ve aşiretler gibi gerici yapılanmalara karşı, oy kaygısıyla yeterli  karşı duruşu sergileyememektedir.

Liberaller ve orta sağa yakın bazı çevrelerle, oy hesabı yapılarak işbirliğine girilebilmektedir.

Aydın kitlelerin desteklemelerine karşın bu parti içinde çıkarsız siyaset yapabilmesinin olanakları çok kısıtlıdır. Özellikle bilim çevreleri ile yeni açılım sağlayabilecek aydın kitleler  partide etkili olamamaktadır.

Bu nedenlerle tüm halk katmanlarını etkileyecek yeni bir siyasi tavır ve ülke sorunlarına kesin çözümler üretilememektedir.

Cumhuriyetimizin teminatı olan  bu partimizin yeniden yapılanması, yeni bir üye  anlayışıyla  tüm aydın kitleleri kucaklaması zorunludur. Koltuk kaygısının zararları sadece CHP’ye değil tüm ülkeye olmaktadır.

Partiler dünyamızı değerlendirmemizde; sonuçta rahatsızlık duymadan bu tür tanıları yapmalıyız. Yazımızın başında değindiğimiz gibi hastalıkları tedavi için doğru tanılar koymak zorundayız”. 09 Aralık 2007

2007 yılında yaptığımız tanıların benzerleri, bu dönemde  CHP içindeki bir grup tarafından da yapılmış ve tedavi için girişimlerde bulunuluyordu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğe gelişi sonrası parti içinde de bir değişim rüzgarı esmeye, bir kısım grupları rahatsız etse de ileriye dönük CHP’nin halk için bir umut olmasında yeni adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu aşamada yapılacak en önemli şey parti içi demokrasiyi alabildiğince etkinleştirmek ve küskünler dahil yeni kadroları CHP’ye katmaktır. Ayrıca örgütlenme konusunda eksiklileri bulunan partinin yeniden yapılanmasına gereksinim vardır. Parti tümüyle üyesinden kopuk ve bu kitleyi hiçbir hedef için harekete geçiremeyecek durumdadır. 2011 genel seçimlerine 3 ay kalmasına karşın, normal üyenin de katılacağı hiçbir çalışma henüz başlamamış durumdadır.  Partiye kuşbakışı baktığımızda; gelen yeni kadrolarla partinin eskilerinin bütünleşmesi, geleceğe doğru Türkiye’yi sürükleyecek yeni politikaların oluşturulmasının uzun bir süreye gereksinim olduğu görüntüsünü vermektedir.

SONUÇ;

AKP politikalarının daha ne kadar bir nüfusu daha etkileyebileceğini, son yapılan kamu oyu araştırmaları ışığında oy oranının %38-45 arasında kalıp kalmayacağı konusunu değerlendirildiğinde; DTP ve PKK’nın etkilediği kemik kitle oranını  %5-%7 arasında, MHP için kemikleşmiş kitle oranını  %10-%15 arasında olduğunu kabul edelim. CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin katkıları sonrasında %25-%32 arasında bir bantta olsun. Kararsız seçmen kitlesini de eşit olarak dağıtıp diğer partilerin en yüksek oy oranlarını göz önüne aldığımızda; AKP %45’ler gibi bir yüzdeye ulaşabilmektedir.

Sayısal verilere göre 2011 genel seçimleri sonucunda iki olasılık vardır. Bunlardan birincisi, AKP’nin tek başına iktidar olması ki bu ülkemizin kaosa doğru sürüklenmesinin devamı olacaktır. Diğer olasılık ise bir koalisyon hükümetinin kurulmasıdır. Bu oluşumu gerçekleştirecek iki parti CHP ve MHP olarak gözükmektedir. İkincinin devamı olabilecek zayıf bir olasalık da barajı geçemeyen partilerin işbirliği yaparak tek bir parti çatısı altında seçime girmeleri. Barajı geçmeleri durumunda koalisyonun üçüncü ortağı olabilirler. 

Tüm bu tespitleri ve ülke gerçeklerini önümüze koyarak, eksikleri ve AKP’nin yaratmış olduğu yıpratmaları onarıp tekrar yapılandırmak, ekonomimizde  yeni anlayışlar getirmek ve her türlü kavgayı sonlandırabilmek için gerek CHP, gerekse MHP benzeri AKP muhalifi sağ-sol partiler içinde yeni bir siyasi anlayışın oluşturulması gerekmektedir. Vatansever kitleler bu yeni siyasetlerin etrafında kenetlenmelidir. 

Bu siyasetlerin sloganları, dogmalar siyaseti de olmamalıdır; günde 40 defa “Ne Mutlu Türküm” diyerek Türk olunmayacağı gibi,  kahrolsun ABD emperyalizmi diyerek de hiçbir yere varılamamaktadır. Oluşturulacak siyasi anlayışın içi ilimle, akılla dolu ve çağdaş olmalıdır. Ülkemizde çözülmesi gereken yüzlerce sorun var. Bunlardan ivedi olan bir kısmı;

—-Erkek egemen bir toplum yapısı, kadınların siyaset ve iş yaşamı dışında tutulması, eğitimsizliği,

—-Geri kalmış bir partiler yasası, antidemokratik parti yapıları, lideri sultası, gençlerin siyaset dışında tutulması, parası olmayanın etkin siyasete girip milletvekilliğine kadar uzanamaması,

—-Gerçek halk kitlelerinin ve toplumun çoğunluğunun mecliste temsil edilememesi. Milletvekili dokunulmazlığı.

—-Geri kalmış, dışa bağımlı, teknoloji üretmeyen, sadece tüketen, borç içinde bir ekonomik yapı. Kayıt dışı ekonomi.

—-Eğitimsiz, sadakaya alıştırılmış, köy-kent arasında bir kimlik oluşturma bocalaması içinde halk kitleleri ve benzer yüzlerce sorun…. 

Tüm sorunlarımızı çözebilmek için ülke çıkarları doğrultusunda akıllı politikalar yürütmek ve ne gerektiriyorsa onu yapmak zorundayız. Gereğinde AB ülkeleri arasına girmek için uğraşacağız, gereğinde  Çin ve Hindistan gibi ülkeler ile ilişkilerimizi geliştireceğiz, yeter ki ülkemiz çıkarları bunu gerektirsin ve eşitlikçi anlayış her zaman ön planda olsun. Her olaya paranoya ile yaklaşmak, her zaman öküzün altında buzağı arayıp ülkemizi yalnızlığa itmek, eski demir perde ülkeleri gibi kendi içine kapatmak doğru değildir.

Sorunlarını çözmekte zorlanan, içgüdülerine fazla güvenen, ben merkezci kişilerden oluşan bir toplum olmamız bizleri yanlış yollara saptırmaktadır.

Bilgi birikimimiz çok kısıtlı olup genelde kulaktan dolma  hurafeler, dogmalar ve sloganlarla donatılmış durumdadır. Bu bilgi birikimiyle ülkemiz için atılımlar yapmamız, çağdaş kültür yapısı oluşturmamız, doğru siyaset yapmamız da olanaklı değildir.

İç sorunlarımıza serinkanlılık içinde yaklaşmalıyız. Bir etnik kökene, dinsel bir yapıya düşmanlık körüklemek ülkemizi dönüşü olmayan bir uçuruma sürükler. Kana-kan, dişe-diş anlayışlarının bize getirisi yoktur. Akıllı olacağız, politikayı bir sanatçı inceliğiyle yapacağız; kırmadan, dökmeden, öfkelenmeden. Öfkeyle kalkanın zararla oturacağını bilerek.

Siyasette tüm farklı kimlikleri kucaklamak zorundayız  ama lafta değil özde.

Bırakacağız ülke içinde kendi kültürleri, kendi dilleri ile özgürce yaşayabilsinler. Tüm insanımızı sevmek zorundayız, gerçek sevginin “olduğu gibi her şeyiyle kabullenmek” olduğunu bilerek. Çağdaş bir ulus olmanın gereği budur. Irk dayatmaları, yok etme siyasetleri çağ dışıdır, bu anlayışların bizi götüreceği yer yine karanlıktır .

İnsanları dini inançları konusunda da özgür bırakmak zorundayız. Alevi ve Kürt vatandaşlarımız tüm zorlamalara rağmen yüzlerce yıldır kendi farklı kimliklerini muhafaza etmektedir. Bir şekilde bu farklı kimliklerin kendilerini ifade edebilmelerine olanak yaratılmalıdır. İnkar politikalarının da sonu ülkemiz için yıkım olmaktadır.

AKP ekibinin de perde arkası  oyunlarla bu kimlikleri hasır altı etmesi olanaklı değildir. Başka bir anlayışa veya mezhebe yönlendirme oyunları tutmaz. Açtığı sözde İslam şemsiyesi altına tüm bu unsurları kalıcı olarak toplaması Osmanlı’da da yapılamamıştır.

Ülkemiz PKK ve onun karşısında oluşturulan yanlış politikalar nedeniyle çok şey kaybetmiştir. Silah için harcanmış olan 100 milyarlarca dolarla bu ülkenin her yeri fabrikalarla donatılırdı . Bu kadar iç dış borç içinde olmayabilirdik.

Bu sorunu da kökünden çözmek zorundayız. Çözümün en önemli halkasını ise  Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki feodal yapıların ve aşiretlerin yok edilmesi oluşturmaktadır. Bu yapılar aynı tarikatlar gibi ülke gericilerinin, çıkarcıların oy deposu olmasının yanı sıra PKK’nın ayakta kalmasının da en önemli nedenlerinden biridir. Toprak reformunun ve bu bölgeler için kalkınma hamlesinin gecikmeksizin oluşturulması zorunludur.

Her sorun için bilimsel, çağdaş, akılcı çözümler oluşturulmalıdır.

Yeni akılcı siyasetler oluşturmak ve çağdaş ulus yapısını kurmak için;

Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Alevi tüm vatanseverler, akıl ve ilimle oluşturulacak ilkeler doğrultusunda  ortak davranmak zorundadır.

Yeni siyasi anlayışlarla ülkemizin geleceği kurtarmalıdır.

Az olsun, öz olsun, benim olsun anlayışından sıyrılıp yakın görüşlere sahip vatansever siyasiler aynı siyasi parti çatıları altında toplanmazlarsa,  ülkemizi karanlığa mahkum etmekten onlarda suçlu olacaklardır. 

Zaman; Ulu Önderimiz Mustafa Kemal’in gerçek mirası ‘akıl ve ilim’ rehberliğinde, en doğru siyaseti yapmanın zamanıdır. 

Alpaslan GÜZELİŞ 

İlk yazı; 09.12.2007

Güncelleme; 16.02.2011

Yorum bırakın